Thursday, March 25, 2010

Sanal Asosyalleşme

Buraya yazı yazmıyorum, bir şey yapmıyorum, yine de arada sırada girip bakıyorum bir şeyler değişmiş mi diye. Deli miyim neyim...

Hazır boşa çıkmışken kendime alan adı aldım. Ne zamandır aklımdaydı zaten. Şu vize dönemi bittikten sonra doldururum biraz. Hoş tasarımdan falan anlamam ama...

İyice monoton bir hayatım oldu. Oyun bile oynamıyorum. Zaten okulu 1 yıl erken bitireyim diye her dönem eşşek yüküyle ders aldım. Bir de eve gel bilgisayar başında çalış v.s. derken hayatım okul-ev doğrusu üzerinde şaşmadan ilerliyor. Haftasonu bir gün sinemaya gitmek, iki tek atmak falan epey büyük bir olay artık benim için...

Sağa sola başvurup duruyorum staj için. Başvurdum bitti daha doğrusu. Kurcalamıyorum artık. Benim zorunlu stajım yok aslında ama yaz ayını doğru düzgün bir şirkette geçirmek istiyorum. Para kazanmak falan da umrumda değil. Lafa geldiğinde kendini geliştirmek isteyen, hevesli, tutkulu genç yazılımcılar arıyoruz bik bik diye öten şirketler bakalım nasıl geri dönüşler yapacak.

Ha bol bol The Office izliyorum. Sanırım bilgisayar başındaki en büyük eğlencem o. Yatmadan önce bir yirmi dakika açıveriyorum eski bölümlerden birini, en azından bir tebessümle gidiyorum yatağa. O da bir şeydir.

Her sabah otobüs durağına giderken geçtiğim bir köşede, böyle gri, kül rengi güzel bir kedi var. Muhtemelen oradaki kuaför besliyor bunu. Merdivenlerinde içinde yatabileceği yastıklı bir zımbırtı falan var. Beni de tanıyor artık kedi. Her gördüğümde oynaşıyoruz biraz. Kedi dünyanın en güzel hayvanıdır...

Bilmesi elzem olan bilgiler dışındaki pek çok şeyi unutuyorum. Eskiden öyle değildi. Poku püsürü ne varsa hatırlardım. Şimdi insanların isimlerini falan unutuyorum iki günde. Mal gibi kalıyorum sonra...

Firefox'u bıraktım, Chrome'a geçtim. Ayrıca bilgisayarımın masaüstü de bok gibi.

Hmmm başka başka... Başka bir şey gelmiyor aklıma(bir şey de bitişik mi yazılıyordu lan yoksa. bakmaya da üşendim). Bu sefer nereden esti yeni yazı yazmak onu da anlamadım ama yazıverdim işte öyle kendi kendime...

Friday, January 22, 2010

zılgıt

bu blog hala açık, değil mi ya?!

Tuesday, September 29, 2009

Oyungezer

Oyungezer ekibinin dergisini son 7-8 yıldır okuyordum sanırım.Level zamanlarından beri yani...Hatta almadığım daha eski sayıları da toplamıştım bir yerlerden.Gerçi sonra dvd'de verdiler tüm sayıları.Neyse...

Son 5-6 aydır dergiyi doğru düzgün okumuyordum.Hoş, Oyungezer'in neredeyse hiç bir sayısını tamamen okumadım.Velhasıl nihayet yıllar sonra ilk defa bu ekibin dergisini bu ay almadım.Eksikliğini de hissetmedim.Zannedersem benim için de artık oyun dergisi almanın sonu geldi.Doğru düzgün oyun bile oynamıyorken, dergiyi de zaten okumuyorken bir de üstüne para verip evde boşuna yer kaplatmanın manası yok.Ne diyeyim.Rastgele.

Friday, July 31, 2009

Bi cuvara viğr la.

Şu Oyungezer forumlarındaki sigara ile ilgili konularda geçen muhabbetleri okuması öyle keyifli ki sıkıldıkça açıp okuyorum.

Tuesday, July 21, 2009

River of Life

Bir yaşı daha devirdik.Önümüzdeki yaşlara bakacağız artık.

Sunday, July 05, 2009

Wimbledon 2009

Wimbledon 2009'u da bu akşam biten maçla birlikte geride bıraktık.Roger Federer şampiyon oldu ve toplamda 15 Grand Slam şampiyonluğu ile bir rekoru gerçekleştirmiş oldu.Ben de genel olarak turnuvadan ve son olarak da bu akşam oynanan finalden biraz bahsetmek istiyorum.Turnuva başlamadan önce Nadal'ın katılmayacağının açıklanması bir hayal kırıklığı yarattı bende.Favori tenisçimdir zira.Nadal'sız bir turnuvada Federer'in şampiyonluğu da öngörülmeyen bir şey değildi tabi.Belki İskoç Murray, Federer'e ters gelen bir isim olarak bir sürpriz yaratabilirdi.İlk turlarda Lleyton Hewitt haricinde bir sürpriz yoktu.Kendisi Nadal, Safin ve Roddick'le birlikte en sevdiğim oyunculardan biridir.Kariyeri artık düşüşte olsa da eski dünya 1 numarası ve tecrübeli bir oyuncu olarak 5 numaralı seribaşı Del Potro'yu mükemmel bir oyunla saf dışı etti.Onun dışında ilk turlarda pek bir numara yoktu.

Çeyrek finalde favori raketlerimden Hewitt ve Roddick'in karşılaşması biraz talihsizlik oldu tabi:)Ama turnuvada izlediğim en zevkli karşılaşmaydı.5 set sürdü ve kazanan Roddick oldu.Ben Hewitt'in kazanmasını isterdim ama o Hewitt, Murray'i yenebilir miydi, finale çıksa Federer'e bu kadar karşı koyabilir miydi ondan pek emin değilim.Federer, çeyrek finalde tam bir kazma olan Karlovic'i rahat geçti.Sadece servis atmaktan başka bir şey yapmayan biri nasıl çeyrek finale kaldı onu da anlamadım ya.Haas, Djokovic'i mağlup ederek ufak çaplı bir sürprize imza attı ama yarı finalde Federer'e karşı koyamadı.Diğer yarı finalde Roddick, Murray'i üstün bir oyunla mağlup etti.Üstelik maçta bütün kort Murray hapşırsa alkışlıyorlardı.E normaldir tabi 70 küsür yıldır bir Britanya'lı finale çıkamamış.Onlar da zorluyor alkışla malkışla çıkarmak için.

Fİnale gelinceee...Şimdi şahsen Federer'i hiç sevmem.Ama maçtan önce 3-1 kazanacağını düşünüyordum.Öte yandan Roddick de Murray maçındaki oyunuyla beni çok şaşırmıştı.Sadece servisi güçlü olan Roddick gitmiş yerine rallileri de gayet iyi götüren, backhand'ini güçlendirmiş, filede başarılı bir oyuncu gelmişti.O yüzden bir yandan da sürpriz olabilir diye bekliyordum.Nitekim Roddick ilk seti aldı.İkinci sette ise tam 4 kere set puanı şansını kullanamadı ve tie-break'de seti Federer'e karşı kaybetti.3. sette yine tie-break'de Federer'e gitti.Roddick set içindeki servislerini tie-break'de atamamış ve heyecanını kurbanı olmuştu.Sonuç olarak Federer tek bir servis bile kırmadan 2 set almış oldu.Lâkin 4.sette Roddick yine servis kırdı ve seti aldı.Son set ise uzadıkça uzadı ve 16-14 ile Federer'e gitti.Nihayetinde Federer şampiyon oldu.Şahsen Roddick'in bir nebze daha fazla hak ettiğini düşünüyorum.Kazanmasını da ayrıca isterdim.Maç oldukça servise dayalı bir maç oldu.Koskoca bir maçta sadece 3 kere servis kırıldı.Oyunların çoğu kısa sürdü.Buna rağmen her iki raket de oldukça usta işi vuruşlarını gösterdi.Federer falan filan tamam da Roddick yaptığı vuruşlarla hem beni hem de korttakileri oldukça şaşırttı.İlerleyen setlerde düşen ace performansıyla pes edeceğini düşünsem de puanları rallilerde almayı başardı.Federer ise hayvani ace performansını maç boyunca sürdürdü.

Sonuç olarak; final, kağıt üstünde geçen yıla benzer bir maç olduysa da ralli kalitesi kesinlikle geçen yılın gerisindeydi.Zaten geçen yıl tam bir efsaneydi canım:)Ama bunun da ayrı bir yeri olacak o kesin.

Ha bayanlar tenisinden hiç bahsetmedim değil mi?Bayanlar tenisinde uzun süredir bahsedilecek bir şey yok çünkü.Seribaşıların ilk turlarda çatır çatır elendiği, dünyanın 1 numarasının Grand Slam'siz olduğu bir bayanlar tenisi.Kötünün iyileri final oynadı ve Serena şampiyon oldu işte.Kısacası Henin'den sonra bayanlar tenisinde bir bok yok.

Neyse, Wimbledon da sona erdi.Şimdi gelsin US OPEN:)

Monday, June 22, 2009

Dead Flowers

Hazır yaz tatiline de girmişken nadasa bıraktığım (6 ay olmuş yahu) bu verimsiz topraklara, arada bir, iki lakırtı etmek için geri döneyim dedim.Çok fazla ve dişe dokunur bir şeyler yazacağımdan değil ya...

6 ayda ne oldu.Pek bir şey olmadı.Zaten başına enterasan işler gelen bir adam değilim.Hayatım okuldan ibaret.Sabah kalk, okula git, akşam üzeri gel, yemek ye, biraz daha ders çalış, biraz daha bilgisayar v.s. Gayet sakin, tehlikeden ve adrenalinden uzak bir yaşam.Velhasıl, okul da nihayete erdiği için yaklaşık 1 haftadır evdeyim.Hali hazırda zamanımı Left4Dead serverlarında cirit atarak, web programlama öğrenerek ve bugün itibariyle başlayan Wimbledon tenis turnuvası maçlarını seyrederek geçiriyorum.


Hoş, bugün benim emektar hoparlörüm kendini emekliye çıkararak bana bir sürpriz yaptı.Tazminatı da yeni bir hoparlör almak oldu tabi.Nefret ettiğim o koca alışveriş merkezlerinden birine gittim ben de.Yer darlığı ve fiyat ucuzluğundan 2+1'lik bir hoparlör alıverdim.Aldım almasına da aleti neredeyse eve gelmeden bozuyordum.Şöyle ki...Dedim madem buraya kadar geldik, şu yaz günlerinde ağzımızı tadlandıracak güzel bir iki içecek alayım.Mojo'yu çok severim.Malt içecekleri de...Ucuz bulmuşken Dark Messiah:Might and Magic oyunuyla birlikte bir kaç şişe de içecek aldım.Kasada da parasını ödedim.Şimdi ben fazla poşet almayı hiç sevmem.Mümkünse tek poşetle (hatta eskiden file falan varmış) tüm alışverişi halletmek isterim.O yüzden kasada yeni bir poşet almayıp oyunu ve bir kaç şişeyi hoparlörün olduğu poşete koyayım dedim ki...Son şişeyi koyarken, sen poşetin kulpu kopuver, o kadar şey elimden düş, şişeler kırıl, hoparlörün kutusuna dökül, her taraf yapış yapış ol.Neyse sonra görevli geldi falan ben de sağlam kalan tek şişe içeceğim, oyunum ve hala içinden Mojo akmaya devam eden hoparlör kutumla birlikte eve koyuldum.Bir yandan da "ulan o kadar sıvı doküldü acaba hoparlöre bulaşmış mıdır, bozduk mu lan aleti alır almaz" endişesi ile birlikte tabi...Sonuçta eve geldim, aleti kurdum, winamp'tan bir şarkı açtım... ve fıs.Ses mes yok.Hay sıçayım böyle aşkın ızdırabına derken hoparlörün butonunun off'da olduğunu farkettim ve içimde yeşeren son umutla birlikte on'a getirip sesi aldım neyse ki...Güzel aletmiş, oyun da güzel.

Hazır yazıyı da sonlandırırken...Elemanın biri Umut Sarıkaya'nın karikatürlerini animasyonlaştırmış ben de izledim çok beğendim.Ne bileyim izlemeyen varsa diye...Umut Sarıkaya ile Mutsuzluklar...
http://www.youtube.com/watch?v=iJMcKtwqxyk

Fonda çalan müzik, bileceğiniz üzere Grim Fandango soundtrackinden The Enlightened Florist.